İNSANLAR NEYİ BEKLİYOR?- ISABEL ALLENDE İLE RÖPORTAJ (Röportaj Çevirisi)

Editörün notu: Şilili yazar Isabel Allende bir diktatörlük yaşamış biri olarak demokrasinin ikinci kez çalınmasına seyirci kalmaya niyetli değil.

En son yayınlanan yaşam öyküsü, My Invented Country: A Nostalgic Journey through Chile’de kendi anavatanına ait anılarını, ülkenin tarihinden çıkarılacak dersleri, Şilili olmanın ve şu an Amerikalı olmanın kendi için ne anlama geldiğini anlatıyor.

Allende, San Francisco’da KALW-91.7 fm’den yayın yapan Working Assets Radio’nun Pazartesi’den Cuma’ya yayınlanan ve seyircilerin canlı yayına telefonla katıalabildikleri bir programda Laura Flanders’e bir röportaj verdi. Röportaj, 29 Mayıs 2003 tarihinde gerçekleşti.

LF: 11 Eylül 1973’de kuzeniniz Salvador Allende’yi deviren darbe ve aynı gün Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan saldırılar. Yaklaşık 30 yıl arayla yaşanan bu iki 11 Eylül’ün hayatınızı bambaşka bir hale getirdiğini, ABD’deki saldırıların hem Şili hem de şimdi uzun yıllardır vatanınız olan bu ülke ile olan ilişkinizi değiştirdiğini söylüyorsunuz. Bu konuyu biraz açıklar mısınız?

IA: Elbette. Bir Salı Günü, 11 Eylül 1973’de Şili’de bir askeri darbe yaşadık. Bu demokrasiye karşı düzenlenen CIA destekli terörist bir ataktı. Pek çok yıl sonra, demokrasiye karşı bir başka saldırıyı şu an yaşamakta olduğum ABD’de yaşadık. Her iki olayın da benim için çok önemli bir anlam taşıdığına inanıyorum. Çünkü, ilkinde ülkemi kaybettim. Ayrılmak zorundaydım ve uzun yıllar sürgünde yaşadım. Ve ikinci olay ise bana bir ülkeye ait olduğumu, bir ülke kazandığımı hissettirdi. Ve ilk kez şunu hissetim: İnsanların gösterdiği hassasiyetle ilişki kurabilirdim.

ABD’ye 16 yıl önce geldiğimde, eşime söylediğim şeylerden birisi, buranın oldukça kibirli ve kendimi beğenmiş bir ülke olduğuydu. Bu, burada hiçbir olay yaşanmadığı, herkesin güvende olduğu, sonsuza kadar başarılı olacağımız ve herşeyin daima iyi ve daha iyi olacağına dair çocuksu bir iyimserlik ve kibirdi. Oysa dünyanın geri kalanında yaşanmakta olan hayat bu şekilde değildi. Dolayısıyla, daima kendimi bir yaratık gibi hissediyordum. Ve sonra, ilk kez, 11 Eylül 2001’de insanların dünyanın geri kalanında hayatın nasıl olduğunun farkına vardıklarını düşünüyorum ve bununla ilişki kurabilirdim.

LF: Son kitabınız “My Invented Country”’deki Şili hakkındaki yazılarınıza baktığımızda, kitabın büyük bölümünün sizin de tarif ettiğiniz gibi Şililerin özellikle sizin de içinde bulunduğunuz sınıfın ait olduğu 1973 öncesi dönem hakkında yazıldığını söyleyebiliriz. Şöyle diyorsunuz: “ Biz Şilililerin, askeri bir darbenin neleri zorunlu hale getireceği hakkında fikrimiz yoktu çünkü uzun ve sağlam bir demokratik bir geleneğe sahiptik”. Ve şöyle yazdınız: “ Hayır, bu bizim başımıza asla gelemezdi, bunu açıkça göstermiştik (“Banana Republics” i kastederek). Şili’de askerler bile demokrasiye inanırdı. Hiç kimse anayasamızı bozmaya cesaret edemezdi”.

IA: Maalesef, cesaret edenler oldu. 24 saat içinde, herşey değişti. Bu her yerde yaşanabilir. Daha önce İtalya’da, İspanya’da, Almanya’da yaşandı. Bu nedenle, hiç kimsenin böyle bir olaya karşı dokunulmazlığı yok. Ve bunu akılda tutmanın önemli olduğuna inanıyorum. Bir şeyin kıymetini ancak kaybettiğimizde anlayabiliyoruz. Bu sağlık için ya da - Şili’de yaşandığı gibi- demokrasi için söz konusu olabilir.

LF: Hayatınızda meydana gelen değişikliğin hemen farkına varabilmiş miydiniz?

IA: Hayır. Çok ani olmuştu. Bir günde gerçekleşmişti, fakat henüz farkına varamamıştık çünkü sansür uygulanıyordu. Tüm medya sansürlüydü ve haber alamıyorduk sadece dedikodular söz konusuydu. Ayrıca, köklü demokrasi geleneğimiz nedeniyle, askerlerin bir haftada kışlalarına geri döneceklerini ve yeniden seçimlerin yapılmasını talep edeceklerini sanıyorduk. Biz asla – hatta ordu bile- askeri yönetimin 17 yıl süreceğini ve bu kadar acımasız özelliklerinin olacağını tahmin etmemiştik. Bu gerçekten çok şaşırtıcıydı.

LF: Allende ailesinin pek çoğu – yakın aile fertleri demek daha doğru belki, darbeden sonra ülkeyi terkettiler. Sanırım daha önce söylemiştiniz; insanların ülkeden ayrılabilmeleri için Mekiska’dan bir uçak ya da bir gemi gönderilmişti. Fakat siz gitmediniz. Kaldınız ve çalışmaya devam ettiniz... Ne zaman ayrılma zamanının geldiğini farkettiniz ve Venezuela’ya gittiniz?
IA: Sanırım bir yıl sonraydı. Farkına vardım... yavasça farkına vardım ki hayatımı kaybedebileceğim işlerle uğraşmaktayım—insanları saklamak ve yurt dışına bilgi taşımak, iltica için insanları elçiliğe yerleştirmek ve buna benzer daha pek çok iş. Gerçekten çok korkuyordum. Bu baskı zincirinin boğazımı sıktığını hissediyordum ve bir noktada buna daha fazla katlanamayacağımı anladım. Kara listede olduğuma dair pek çok işaret mevcuttu. Tüm bunlar daha önce belirttiğim gibi sadece kulaktan dolma bilgilerdi. Hiç bir şey doğrulanmış değildi. Kurallar sürekli değişiyordu. Baskı gittikçe daha etkili daha hissedilir hale geliyordu. Ve bu aşamalar halinde ama oldukça süratli gerçekleşti.
Biliyor musunuz, gerçekten garip bir şey vardı: bu duruma ayak uydurmayı öğreniyordunuz. Örneğin; bir hak elinizden alınıyor, basının özgürlüğü mesela ya da... diyelim ki telefonlarınız dinleniyor. “tamam, bununla yaşayabilirim” diyorsunuz ve sonra ertesi gün başka bir şey çıkıyor. Ve “ tamam, bununla da yaşamak zorundayım” diyorsunuz ve bu böylece devam ediyor. Ve bir kaç ay sonra, herşeyinizi kaybettiğinizi anlıyorsunuz. Fakat buna oldukça alışmış oluyordunuz. Bir gün geliyordu, çocuklarınızla kahvaltıda işkence hakkında konuşuyor oluyordunuz. Ve böyle bir vesileyle bir anda ne biçim bir hayat sürdürdüğünüzü farkettiğinizde… İşte ülkeden ayrılmamam böyle olmuştu.
LF: Sonuçta Pinochet kendi yasal dalavereleri nedeniyle tökezledi, pek çok davayı açıkta bırakarak defalarca ortadan kayboldu ve böylece yasal davanın aleyhte dava açılmasına olanak sağlayacak kadar uzamasına neden olma. İtham edildiğinde, Latin Amerika’nın her köşesine bir heyecan hakimdi. Nihayet, adalet yerini bulacaktı – cezadan muafiyet kültürünün sonu gelecekti. Bu hislere ne oldu şimdi?
AI: Bence cezadan muafiyet durumunun olduğunu biliyorduk, ama bu bütün dünyada var. İnsanların yaptığı korkunç işlere bakalım – ilk olarak ABD – cezadan muafiyet var. Suçları için cezalandırılmış olmaları gereken insanlar ceza almadılar. Ve herhangi bir suçu üstlenmemiş insanlar elektrikli sandalyeye gittiler. Dünya oldukça adaletsiz bir yer ve biz bununla yaşamak zorundayız. Tarihe baktığımızda, suçların büyük bölümü için cezadan muafiyet durumu söz konusudur.
LF: Amerikalıların genellikle burada “Cezadan Muafiyet Hakkı” olduğu anlayışına sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
IA: Hayır hiç bir şekilde. Aksine bence, ABD’de, dünyadaki en iyi ülkenin bizimki olduğuna, en iyi demokrasiye sahip olduğumuza, adaletin her zaman sağlandığına, kötü adamların her zaman cezalarını çektiklerine ve iyi adamların daima ödüllendirildiklerine vs. inanıyoruz. Hollywood mantığı.

Fakat tarihimizi ve ülkemizi analiz ettiğimizde pek çok şeyin kötüye ve daha kötüye gittiğinin farkına varıyoruz.

LF: 11 Eylül’den size farklı bir misyon yüklediği şeklinde bahsediyorsunuz, yeni bir misyon... Bunu izah eder misiniz?

IA: Bu ülkeye geldiğimde, birine aşık olduğum ya da arzu duyduğum için gelmiştim. Amerikan Rüyası peşinde değildim. Amerikan Rüyası’nın varlığından bile haberim yoktu ve sevdiğim kişiyi bir haftada sistemimden çıkarıp geri dönme niyetindeydim. Bu 16 yıl önceydi ve O adam hala benim dünyamda ve ben bir Amerikalı oldum.

Bu ülkeyi seviyorum ve sevmediğim şeyleri değiştirmek istiyorum ve buraya ait olduğumu ve bir misyonum olduğunu düşünüyorum. Benim misyonum iki kültür arasında bir köprü olmaktır.

İngilizce ve İspanyolca konuşabiliyorum. İspanyolca yazıyorum ama kitaplarım İngilizce basılıyor. Kendimi sürekli bir mikrofonla seyircilere hitap ederken buluyorum. İnsanlara benim dışardan görebildiğim ancak onların burada farkında olmadığı şeyleri söyleyebilecek bir pozisyondayım. Onlara yanlış bilgi veriliyor ya da umursamıyorlar çünkü gerçekten neler olup bitiyor bilmiyorlar.

LF: Bahsedilmesi gerekenler listenizin başında hangi konu geliyor?

IA: Barış. Barış listenin başında çünkü biz bir başka ülkeye girebileceğimizi, bir başka ülkeyi işgal edebileceğimizi ve buna hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Ve bunu yapmak için her çeşit bahaneyi uyduruyoruz ve şimdi de İran ya da Suriye ya da daha başka bir yeri işgal etmek için bahaneler yaratıyoruz. Ve bu cezasız kalacak bir suç değil. Er ya da geç, bunu ödeyeceğiz. İnsanların bunu bilmesi gerektiğine inanıyorum.

Dinleyici: Keith in Fairfax – ABD özür dileyecek mi?

IA: Hayır, ABD özür dilemeyecek ve konumuz da bu değil aslında. Önemli olan nokta bizim sürekli aynı şeyi yapamayacağımızdır. Çünkü, bu Nikaragua’da , Guatemala’da yapıldı. Contras’ları destekledik, Panama’da Noriega’yı destekledik. Latin Amerika’daki en kötü diktatörlüklerin hepsini destekledik. Tiranlar kurmak için –ki bu bizim bu ülkede tahammül etmeyeceğimiz bir yönetim şeklidir- demokratik hükümetlerin hepsini mahvettik.

İşte değişmesi gereken bakış açısı budur. Bir dünya vizyonuna sahip olmak. 11 Eylül yaşandığında insanlar ilk defa şu soruyu sordular “ Neden bizden nefret ediyorlar?”

Bu soruyu daha önce hiç sormamışlardı ve dışarda neler olup bitiyor haberleri yoktu.

Amerikalılar için, dünya ancak biz bir yerle savaşa girdiğimizde var olmaya başlıyor. Ve her şey çok ani gelişiyor, Afganistan aniden televizyon ekranında görünüyor ve bir yer haline geliyor. Üç hafta var oluyor sonra havaya karışıyor, kayboluyor. Sonra Irak ortaya çıkıyor ve bir sure geçiyor, Irak’ı unutuyoruz ve şimdi bir başka şeye odaklanıyoruz. Dikkatimizin süresi gerçekten çok kısa.

DİNLEYİCİ: David, “The House of Spirits” hakkında ve kitabın sonunun O’nu nasıl alt üst ettiğinden bahsediyor {uzlaşma} –

IA: Kitabın sonunun niyeti uzlaşmaydı. Bu kitapta çok açıkça bahsediliyor: Herkes değil cezalandırılması gerekenler cezalandırılacak. Ve anlamak zorunda olduğumuzu söylüyor... Biz zorbalıkla cezalandıramayız. Biz… asla unutmamalıyız ama affetmeliyiz. Ve kendi hayatımıza devam etmeliyiz. Sanırım Şili’de yaşanan böyle bir şeydi.

Kitap yayınlandığında, sonu hakkında gerçekten her yerde aleyhte konuşuldu,yazıldı. Ve zaman bizim takip etmemiz gereken tek yolun bu olduğu ve demokrasiyi iyileştirmemiz gerektiğini ispatladı bizlere. Adalet fikrini serbest bırakmalıydık... bazen bu sadece geleceğe bakmak demek olsa bile.

Biliyorsunuz, bu otuz yıl önceydi. Diktatörlüğün kurbanı olan sayısız insanla tanıştım. Hiç bir zaman şu şekilde konuşan birine rastlamadım: “Tecavüzcüye tecavüz etmek istiyorum, işkenceciye işkence etmek istiyorum, katili öldürmek istiyorum”. Asla. İnsanlar bunu yapmak istemiyorlar çünkü onlar farklılar, onlar iyiler. Sadece gerçeğin bilinmesini istiyorlar, ölülere saygı gösterilmesini ve kendi hayatlarına devam etmeyi.

LF: Şüphesiz unutmayacaksınız ama ABD’yi Şili’de yaptıkları için affediyor musunuz?

IA: Halk olarak ABD’nin Şili’de neler olup bittiğinden haberi bile yoktu. Bunu yapan hükümetti. Ve Kissenger, Nixon... ya da CIA’in yaptıkları için ABD halkını suçlayamazsınız. Aynı şekilde bugün Irak’ta olanlar için de ABD’yi suçlayamazsınız. Çünkü, insanların büyük bir çoğu farkında bile değil. Televizyonda gördüklerimiz bir video oyunu. Gerçekten orada neler olmakta bilmiyoruz. Ve şimdi eğitimli insanlar olarak bilgi edinmekle yükümlüyüz fakat herkes böyle yapmıyor maalesef.

LF: Bu hafta haberlerde dikkatimi çeken hikaye Guantanamo Körfezi oldu. Amerikan görevlilerinin bu yeri esasen bir ölüm kampına – ölüm cezası almış mahkumların tutulacağı bir hapishane ve idam infaz odasını içerecek şekilde – dönüştürmeyi planladıkları söyleniyor. Daha önce buranın 680 tutuklunun yargılama yapılmaksızın yerleştirilebileceği bir yer olduğu söylenmişti. Jüri ve temyiz olmadan mahkemeler yapılacak. Şimdi ise bir idam hükmünün verildiğine dair söylentiler dolaşıyor. İşte bu noktada, bizim burada ABD’de anlattığımız şeyler ve sizin Şili’deki deneyimlerinize dayanarak anlattıklarınız: Bunlar birbirine çok yakın değil mi? Bunu isimlendirmemiz gerekiyor, nedir bu?

IA: Bu Almanya’da Nazilerin yaptığı şeydir. Yavaşça fakat kararlı adımlarla ülkenin her yerinde ve hatta diğer ülkelerde bile toplanma kampları ve ölüm kampları oluşturuldu. Ve insanlar buna dayanabileceklerini düşündüler. Evet, insanlar buna katlanabilirlerdi çünkü onların hayatlarını etkilemiyordu.

Bunu durdurmak zorundayız. Bunu şimdi durdurmalıyız, fırsatı elimizden kaçırmadan önce. Bu hükümet anayasanın izin vermediği şeyler yapıyor. Buna tepki göstermeliyiz. Allahaşkına insanlar neyi bekliyor?

-Laura Flanders, İnsanlar Neyi Bekliyor?”, Isabel Allende ile Röportaj

Yorumlar